Yaratılış tarihi boyunca, insanı diğer canlılardan ayıran en büyük özelliği,
eşya’nın cevherini bilmesi yani eşya’nın içindeki potansiyeli görerek ondan bilgi
üretmesi oldu. Yeryüzünü, yaratıcının izni ile şekillendiren tüm güçler sadece
insana boyun eğdi ve onun emrine girdi. Çünkü bu güçlerin nasıl kullanılması
gerektiğinin bilgisi bir tek insanoğluna verildi. Bu sayede insanoğlu en kuvvetli
rüzğarların önüne rüzğar gülleri koyarak onu elektriğe çevirdi. Dev akarsuların
önüne devasa barajlar kurarak ürettiği enerjiyi kendi imkânları için kullandı.
Uçsuz bucaksız okyanuslarda binlerce tonluk gemileri kendi hizmeti için
yüzdürdü. Yani eşyanın hakikatine sahip olan insan aynı zamanda onu yönetme
yetisine ve yetkisine de sahip oldu.
Bilmek ve bildiği ile üretmek hep insana has bir özellik oldu. Bugüne kadar
geliştirdiğimiz sanayi devrimleri ve geldiğimiz teknolojik seviyeyi hep bu
özelliğimize borçluyuz.
Bugün insanlığın geldiği gelişmişlik noktasında “bilmek” ve “bilgi” arasında
çok çetin bir kavram karmaşası yaşamaktayız. Bilgiye önem veriyor ama bilmeye
aynı önemi vermiyoruz. Yani bilmenin en önemli enstrumanı olan bilgi ile
gelişmişlik düzeyimizi arttırmanın yerine elde ettiğimiz bilgiyi çoğaltarak kendi
türümüze hükmetmek için kullanmaya çalışıyoruz.
Eskilerin, gerçekliğini halen korumakta olan güzel bir tesbiti vardır. “Bilen
yönetir”. Bu zamana kadar insanlığı önüne katıp sürükleyen bir dizi teknolojik
devrime, hep bilen toplumlar önderlik etti. Bilmenin verdiği güç ile önce
teknolojileri sonra teknolojileri kullanan toplumları yönettiler ve halen hazırda
yönetmekteler.
Önce bilgi ile üretilen teknolojileri dünyaya pazarladılar. Daha sonra
teknolojiler kopyalandığında ya da alternatif teknolojiler üretildiğinde bu
teknolojilerin insanlık tarafından nasıl kullanılması gerektiği ile ilgili krıterleri
belirlediler.
Kimi zaman bu krıterlere “kaliteli üretim yapmak için gerekli olan krıterler”
dediler. Kimi zaman da teknolojinin üretim hakkı ya da kullanım hakkı dediler.
Genel olarak bakıldığında, her ne kadar doğru olarak görünüyorsa da insanlığı
daha iyi bir noktaya taşımaktan ziyade hepsinin arkasında aslında bir hükmetme
arzusu bulunmaktaydı.
İnsanlık olarak bugün geldiğimiz noktada, “bilme” kavramına değilse bile
“bilgi” kavramına atfedilen önem daha önceki dönemlerimizden çok daha fazla.
Bilgiyi, kültürel değer üretme adına pek verimli kullanamasakta onu biriktirmeyi
çok önemsiyoruz.
Bugün tüm dünyada teknoloji devleri, bilgiyi dev sunucularda toplayan
teknolojilere büyük yatırımlar yapıyorlar. “Cloud” yani “bulut” dediğimiz bu
teknolojiler sayesinde hizmet verdikleri tüm müşterilerinin her çeşit bilgisini ya
da verisini internet üzerindeki dev sunucularda topluyor, saklıyor ve gerektiğinde
kullanıma sunuyorlar.
Bulut sunucu teknolojisinin kullanım amacı, elde edilen tüm veriye sabit
sistemlerden bağımsız olarak her yerden ulaşabilmek. Fakat bu kadar kullanışlı
bir teknolojinin sunduğu imkânların müşterilerine çok uygun fiyatlar ile hatta
çoğu zaman bedava olarak sunulması akla ister istemez şu soruyu getiriyor.
Bir sistem milyarlarca terabyte’lık veriyi neden ücretsiz olarak saklasın?
Bulut sunucu teknolojilerine yatırım yapan firmaların aynı zamanda yapay
zeka teknolojilerine de büyük yatırımlar yapması akla şu ihtimali getiriyor.
İnsanlardan toplanan tüm kişisel ve kurumsal bilgilerin hepsi yapay zeka
algoritmlarının üretilmesinde parametrik veri olarak kullanılacak.
Dijital sistemlerin öğrenme metodu olarak kullanılan algoritmaların
gerçeğe yakın sağlıklı sonuçlar üretebilmesi için, mümkün olduğu kadar çok veri
ile test edilmiş olması gerekir. Kısaca açıklamak gerekirse, bir dijital algoritmanın
doğru veri üretebilmesi için doğru olduğu bilinen başka veriler ile örneklenmesi
gerekir. İşte tam bu noktada bulut teknolojisi sayesinde tüm insanlardan
toplanan milyarlarca terabyte’lık veri bu işe hizmet etmekte.
Bu yöntemler ile geliştirilen algoritmaların yapay zekaya sahip sistemler
tarafından kullanılması, dijital çağa her şeyi ile bağlanmış insanlığın algı ile
yönetimini kolaylaştırmakta. Bugün halen hazırda altyapısı kurulmuş olan bir
sürü sistem “sosyal medya” dediğimiz sempatik bir isim altında bunu zaten
yapıyor. Ama yapılan yatırımlara bakıldığında aslında bu daha bir başlangıç gibi
görünüyor.
Mevcut durumun oluşturduğu riskleri ve tehlikeleri fark eden pek çok
bağımsız kurum, bu tehlikeye karşı önlem alınması için harekete geçti. Fakat
kişisel verilerin en çok paylaşıldığı sosyal medya platformları, bu verileri
defalarca suistimal etmesine rağmen bu konu ile ilgili yaptırımlar göstermelik
olmaktan öteye geçemedi. Kişisel verilerin saklanması ile ilgili sürekli kanun
çıkardıklarını söyleyen batı devletleri, bu kişisel veriler, Facebook ve Twitter gibi
kuruluşlar tarafından defalarca suistimal edilmesine rağmen bu firmalara sadece
sembolik cezalar vermekle yetindiler.
Dijital çağın en büyük sanal reklam devi olan Facebook, alışveriş
alışkanlıklarımızı değiştirdikten sonra “libra” sistemi ile önce cebimizdeki parayı
dijitalleştirmek daha sonra da “calibra” denilen dijital cüzdan sistemi ile bu parayı
kontrol altına almak istiyor.
Kurmaya çalıştıkları yeni dünya düzeninde bireye ve bireyselliğe yer yok.
Kişinin kendisi olma ve bireysel olarak bilgi üretme hakkı yok. Hiçbir değer
yargısına tek başınıza karar veremdiğiniz ve kendi değerlerinizin bile başka
sistemler tarafından belirlendiği, özgür kölelerin düzeni bu.
Bilmenin aracı olarak kullanılan bilgiye ulaşmak için kullandığımız dijital
dünyada önümüze sunulan bilgi ile elde ettiğimiz “bilmek” kavramı gerçekte
bizim ürettiğimiz bir kavram mı yoksa yapay bilgiler ile bize ürettirilen suni bir
sonuç mu? Yani “biliyorum” dediğimiz şey aslında başkalarının bilmemizi istediği
şey olabilir mi?
Bize sunulan yapay ve suni bir bilgiye inanmaktan daha tehlikeli olan bir
şey var ise o da insanın doğru bilgiye ulaşma yetisini ve imkânını kaybetmesidir.
Ölçü aleti kullanan tüm teknik insanlar şu konuyu çok iyi bilirler. Referans ölçüm
noktası kaymış olan bir değer ölçüyorsanız, dünyanın en sağlam ölçü aletini
kullansanız bile doğru ölçüm yapamazsınız.
Bu nedenle doğru olanı bilmek için doğru olduğuna emin olduğumıuz
bilgiye her zaman ihtiyacımız olacak. Tüm dünyada hızla gelişen ve başkalarının
kontrolü altında olduğunda çok büyük riskler barındıran veri madenciliği
teknolojilerinde, ulus olarak bizler de kendimizi geliştirmeli ve bu büyük
teknolojik hamlelere karşı kişisel ve kurumsal verilerimizin ülke sınırları içinde
kalması için gerekli teknolojik yatırımları hızla yapmalıyız.
Sözün özü dostlar; ya kendi bilgimize sahip çıkıp kendi değerlerimizi
kendimiz belirleriz ya da bilmediğimizi bilen birileri tarafından yönetilmeye
devam ederiz.
İlhan KÖSEOĞLU / Mekatronik uzmanı.
Comments